3 Ekim 2009 Cumartesi

Rüya - I

Sisli ve terkedilmiş bir kasaba... Etrafta kimse yok gibi… Herhangi bir sorumluluğumun olmamasının tadını çıkarıyorum. İçimde yalnızlığın verdiği engellenemez bir korku. O korkuyu hissediyorum ancak kimsenin beni bulmasını da istemiyorum. Gerçek dünyayla aramda bir perde var sanki en arka koltuktan filmimi izliyorum...

* *
*
Önüme baktığımda upuzun bir yol olduğunu görüyorum ve o yolu görmek bile sinirlerimi bozmaya yetiyor...
İleride, yerde bir kâğıt parçası görüyorum, çizgili bir defterin köşesinden yırtıldığını anlıyorum kâğıdı almak için eğildiğimde. Alıp arkasını çevirdiğimde üzerinde çamur bulaştığı için tam okunmayan bir yazı olduğunu fark ediyorum. Elimle çamuru silmeye çalışıyorum, ancak çamur silinmekten ziyade yazının okunan kısımlarına da bulaşıyor ve okunmasını tamamen engelliyor. Anlaşılan içimdeki büyüyen merak duygusunu durdurabilmek için kâğıdın kurumasını beklemeliyim.
Aniden yüzümde garip bir ifade beliriyor. Bu kasabanın çocukken yaşadığım, üzerimde derin izler bırakan yere çok benzediğini fark ediyorum.

* *
*
Benden kaçıyordu, çok hızlıydı ama bende hızlıydım ve peşini bırakmaya hiç niyetim yoktu. Annem beni eve çağıralı çok olmuştu ve güneş batmak üzereydi. Eminim meraktan ölüyordur.
Ne yazık ki onu kaçırmıştım. Üzgün bir şekilde eve dönerken arkadaşımın evinin önünde olduğumu fark ettim. Camdan ona seslenip neden üzgün olduğumu anlatabilmek isterdim. Belki duyar düşüncesiyle pencereden seslendim arkadaşıma ve bekledim ama gelen olmadı. Işıkları yanıyordu ancak cevap veren yoktu. Perdesi hafif aralık olan pencereden içerisi görünüyordu, ancak gördüğüm şey pek hoşnut edici bir şey değildi.
Benim olduğu gibi herkesin bir arkadaşı vardı sokakta. Evet, yalnızca bir kişi arkadaşın olabilirdi. İkinci bir arkadaş kişi her zaman fazlalıktı. Ya sen onunla küserdin, ya o diğeriyle küserdi ya da sen diğeriyle… Sevdiğin insanı paylaşmak istemezdin bir başkasıyla. Ama benim yalnızca bir arkadaşım olmuştu.
Evleri tek katlı, küçük, iki göz odası olan bir evdi. Tuvaletlerinin bahçede olması beni hep şaşırtmıştır. Oturma odaları ile mutfak bir kapı ile ayrılmıştı ve mutfaktan bir kapı da bahçeye açılıyordu. Benim baktığım pencereden oturma odası ve arkadaşımın oturma odasındaki anne ve babasının kavga etmeleri görünüyordu. Birbirlerine ne söylediklerini anlayamıyordum ancak bağırdıkları belliydi. Arkadaşımın annesi duyduğu ağır sözlerin etkisiyle olsa gerek kapıdan çıkmak için arkasını dönmüştü, gözlerimi bu beyaz tenli melek yüzlü kadından ayıramıyordum, ta ki o korkunç patlama sesini duyana kadar.
Sesin önce dışarıdan geldiğini sanmıştım ancak arkadaşımın babasının elindeki silahı görünce her şeyi anladım. Annesi sırtından vurulmuş ve kapının koluna tutunan eli daha fazla dayanamayıp yere düşmüştü.
Çıkan sesten olsa gerek arkadaşım mutfak kapısından oturma odasına girmişti, bunun onun son saniyeleri olduğunu nereden bilebilirdim. Evet, babası o an ki panikle oğlunu da vurmuştu. Arkadaşımın acı çekerken ki yüz ifadesini gördüğüm anda yanağımdan süzülen yaşları hala hatırlarım.
Gözyaşlarımı sildim. Pencereden bakmayı bırakıp eve doğru yürümeye devam ettim. Ne yapabilirdim, ben sadece küçük bir çocuktum. Yolun solunda kalan evlerin birinin önündeki çöp kutusunun arkasında onun tüylü kuyruğunu bir kez daha gördüm.
Artık bir an önce onu yakalamak istiyordum, koştum, her bir adımım beni biraz daha hızlandırıyordu. Sonunda onu köşeye sıkıştırmıştım, eğildim ve elimi uzattım. Kedi yavrusunun korktuğu her halinden anlaşılıyordu ve bana karşı koyacak şansı kalmamıştı artık. Eve götürmek için kucağıma aldım onu ve haline acıyarak sevdim. Evin kapısını açtım ve kediciği yere bıraktım ancak ayakta duramıyordu, önce yorulduğunu düşünmüştüm, gözlerine baktığımda öldüğünü anladım.

* *
*
Kâğıda zarar vermemeye çalışarak katlayıp cebime koyuyorum ve sonrasında ne olacağını bilememenin verdiği hazla, yoluma devam ediyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder