24 Aralık 2011 Cumartesi

Dimitri ve Tasso - III

Dimitri: Dünyayı Atlas taşıyorsa Atlas'ı ne taşıyor?

Tasso: Kaplumbağa.

Dimitri: İyi de, kaplumbağa neyin üstünde duruyor peki?

Tasso: Bir diğer kaplumbağanın.

Dimitri: Peki, o kaplumbağa neyin üstünde?

Tasso: Sevgili Dimitri, ondan sonrası ta dibine kadar hep kaplumbağa işte!

19 Aralık 2011 Pazartesi

Telefondaki Ses

Telefondaki ses, "Yaaa bu benim numaraaam.. niyeaa siz açtınız kiiii?" diyordu, oldukça yayık ve bozuk türkçesiyle.

*   *
*

Akşam işten eve yorgun argın dönüyordum. Bizimkiler evde değillerdi bu akşam, yemeğe davetliydiler. Yolda, balık pazarının önünden geçerken durup iki parça Norveç somonu aldım. Eve girip, balıkları hazırlayıp, çömlek fırın kaselerinin içine koyduktan sonra üstlerine çeşitli sebzelerin karışımından elde ettiğim sosu ilave ettim. Fırına attım ve pişmesini beklerken telefon çaldı.

Telefondaki ses, "Yaaa bu benim numaraaam.. niyeaa siz açtınız kiiii?" diyordu, oldukça yayık ve bozuk türkçesiyle.

Önce durakladım, herhalde densiz bir arkadaşım bana şaka yapıyor dedim. Sonra sordum, "Hanımefendi sanırım yanlış bir numara çevirdiniz.". Cevap gecikmedi: "Yaaaa, neden benim numaramı kullanıyosunuuuuzzzz?".

Böyle durumlarda siz nasıl hissedersiniz bilemiyorum ama ben zaten açıklamayı yaptığım halde hala aynı soru üzerinden konuşmasına devam eden insanlara katlanamam ve oracıkta kafalarını koparasım gelir (elbbette kimsenin kafasını koparmadım... henüz..). Hayır bir de üstüne o bozuk kaşar türkçesi eklenince iş benim açımdan iyice katlanılmaz hale geldi.

İşte ben o anda bunları düşünürken, olayın şaka olması durumunu da göz önünde bulunduruyordum ve hala telefondan aynı rahatsız edici bir şekilde "alooooou, alooooo.... kimsiniz siz yaaaaaa?" sesleri geliyordu. Balık yavaş yavaş pişerken enfes kokular burnuma burnuma geliyordu. Telefonu kızın yüzüne kapadım...

Yani bu bir şaka değilse, kız için gerçekten endişelenmem gerektiğini falan düşündüm. Vahim durumdaydı çünkü, akıl fukarası.

Neyse, çok geçmeden aynı numara tekrar aradı...

"Yaaa, neden benim numaramı kullanıyosuuuuunn?" dedi yine. Gerçekten çok sinirlenmiştim. "Hanımefendi muhtemelen bir yanlışlık olmuştur, ben nasıl sizin numaranızı kullanabilirim, beş yıldır bu numarayı kullanıyorum ben." diye yanıt verince. Kız tekrar başlıyordu aynı sesi çıkarmaya "yııaaaaaaaa..." birden ses kesildi. Dedim herhalde 'kısa devre yaptı'... Çeşitli tıkırtı seslerinden sonra telefondan bu sefer başka birinin sesi yükseldi.

Bir erkek. Kaba, daha doğrusu 'gaba' bir erkek.

"Gardeşim kimsin seeeen? Niye bu numarayı gkullanıyon?"

Aynı soru!, yine aynı soru.

Ben de soruya soruyla karşılık verdim bu sefer. Pek umurumda olmasa da onlara hangi numarayı aradıklarını sordum?

Cevap, "0538 (gerisi benim numaram)" şeklindeydi.

Benden giden cevap ise, "Yanlış numara, bir kez daha kontrol edin.". Hemen telefonu kapadım çünkü telefondaki kişiden herhangi bir kelime daha duymaya tahammül edemezdim.

İnsanlar hata yapabilirler evet. Bu bizim doğamızda var. Ama o kadar kendilerinden eminlerdi ki bu kız ve adam, ne sordukları sorunun mantıksızlığının üzerinde kafa yormuşlardı ne de benim uyarılarıma itibar etmişlerdi. Kendi saçmalıklarına kayıtsız şartsız inanmışlardı.

Fırından yeni çıkmış mis gibi kokan somonu yerken aklıma şu soru takılmıştı: 'Ne tür bir sapık durup dururken kendi telefonunu arar ki?'

16 Aralık 2011 Cuma

Alela Diane & Alina Hardin - Crying Wolf



Poppy's golden light shines from the east
Shines to the west
Heartbeats softly speak to my mind and level heads
There was no tomorrow
Like the one that you did bring
Life it carries it on, and so this
Song of love I sing
Down this old road
We're now beginning now the end
These emotions rarely cease
And so I'm crying wolf again
Fearing quiet nights,
You say I'm crying wolf again
Fearful of these years once more
With freshly opened eyes
Now so often closed, a selfish loving compromise
Constant in the rush disguised As heroes telling lies
Barely room for knowledge
Of the light towards which we rise

İkinci Yarısı'ndan.

Kitap çıktığında askerliğimin son bir kaç gününü geçiriyordum. İstanbul'a dönünce hemen o hafta edindim kitabı.

Okumam çok uzun sürmüştü. Öyle hızlı okunacak bir kitap değildi "İkinci Yarısı". Kitabın çekirdeğine inip ateşinde kavrulmak gerek biraz.

Dün kitaplığıma göz atarken tekrar elime almış bulundum kitabı. İşte sonrası...

Ece Temelkuran'a teşekkürler.

"Bir vicdan ve korku terazisi çalışıyor hep içimizde. Ne kadar korkuyoruz kaybettiğimizin yerini dolduramamaktan? Kalbimiz buruşacak mı kapılmasak hiç o yeni rüzgâra? İhtiyarlamış gibi mi hissedeceğiz? Başlangıcın heyecanı mı daha büyük yoksa kaybetmenin korkusu mu? Bir yeni ile karşılaştığımızda içimizin karmaşık hesap makineleri başlıyor tam yol çalışmaya."

‎"Bazen boşluk, en gereken şeydir ruha. Dişe dokunur hiçbir şey yapmamak, tembellik değildir çoğu kez. Serserilik etmek, bir arbedenin içinde didinip durmaktan daha üretkendir."

‎"Gözün başkalarını da görüyorsa sevdiğini sevmiyor musundur artık? Birini sevmek topyekûn kapattırır mı "dükkânı"? Kepenklerin inmeli midir, elenmiş un varsa elek asılmalı mıdır duvara?

"Yaşlanma, gitme korkusuyla başlar... 'Bırakıp gidebilenler' ise hayatta, 1-0 önde koşar..."

"Günah, her zaman daha lezzetlidir sevaptan. Ah günah! Bir nar gibi çatlar ve çatlatır insanı ortasından."

‎"Kaçınız düşünüyor acaba yağmur başladığında binaları çitileye çitileye yıkamayı? Foşur foşur yıkasak apartmanları ve apartmanların insanlarını... Tülde çoğalır sabun, köpük dolgunlaşır, öyle. Kütle kütle."

‎"Biri birine âşık olsa keşke bugünlerde. Bir adam bir kadına bir söz verse. Kaçsalar. Tepetaklak olsa bir şeyler. İtalya’ya gitseler mesela. Sonra haberlerini alsak. İşler beklenmedik bir şekilde yolunda olsa... Hep birlikte yeniden, tüm kalbimizle inansak hayata. Olacak şey değil ya, neyse."

15 Aralık 2011 Perşembe

Media Markt Çıldırmış Olmalı

Evet öyle olmalı çünkü Sia'nın "We are born" albümü sadece 4,90 TL.

Hemen kaptım tabi.




14 Aralık 2011 Çarşamba

Bir Başka Pamuk Prenses Masalı

2012 yazını işte bu yüzden merakla belkiyorum.



"Lips red as blood, hair black as night, bring me your heart, my dear dear Snow White."

12 Aralık 2011 Pazartesi

Soyut


Bir de "soyut"u ele alalım...

Kendisi bir kavram olmakla beraber bütün kavramları da içermekte aslında.

Kendinizi hiç soyut hissettiğiniz oluyor mu?

Hayır böyle olayların dışında kalmak anlamında değildi sormak istediğim soru.

Soyut anlamında düşünün. İnsanların gözleriyle göremediği, elleriyle tutamadığı kaç kişi var içinizde...

Tamam! Belki siz soyut benliklerinizden birini seçip somutlaştırarak kendinize bir maske yaratmış ve bu şekilde insanları kandırıyor olabilirsiniz ama gerçeklerden hiç de bihaber değilsiniz değil mi?

İlginç olan ise ne biliyor musunuz? Bir süre sonra gerçek benliğinizi siz de tanımamaya başlıyorsunuz.

Benliğiniz kanıyor somut yüzünüze ve yavaş yavaş sancılı bir soyutlaşma sürecinin içine giriyor.

Artık rahat olabilirsiniz. Onların arasına hoşgeldiniz... 

The National - Val Jester

1 Aralık 2011 Perşembe

Bayan Dalloway ve Saatler

Ne yazık ki Virginia Woolf'un hayatımdaki en büyük eksiklerden birisi olduğunu çok geç öğrendim. "The Hours" filmi bu göz ardı edilemeyecek gerçeği acımasızca gösterdi bana. 

Ama artık biliyorum; "hayatımı kendim seçtim" demek koskocaman bir yalan!

Hala kulaklarımda yankılanan sözler; "you can't find peace by avoiding life"... İşte bu kadar! Tek bir cümle hayatınızdaki olup biten her şeyi hiçe sayıp kimseyi umursamadan yeni bir sayfa açmanıza yetebilir belki de. 

Değinilen asıl konu aslında insanın mutsuz olması ya da intihar etmesi için illa ki başına bir şeyler gelmesinin gerekli olmadığıydı. Karakterlerden biri diyor ki;  "bazen bulunduğumuz yere ait olmadığımızı hissederiz.''...

İyi ve güzel bir eş, sevimli bir çocuk, düzenli bir hayat pek çok insanın üzerinde düşünmeye gerek kalmadan sahip olmayı istedikleri ama bazısı için tercih edilmeyen şeyler olabilir, bu da mutsuz eder.

Sonrası ise kişisel çekişmeler, içe kapanma ardından ya intihar,ya da istediğine doğru yol almak.